31 Ocak 2013 Perşembe

ulm basket ve markoishvili

maça ulm basket iyi başladı. içeriden - harika bir sezon geçiren - john bryant'ı hem ikili oyunlarla hem de alçak post'ta kullanarak başlayan ulm'a karşı savunma anlamında dersine çalışmamış üniversite 1 öğrencisi şaşkınlığında başladık. öncelikle bryant'ın savunmasında suçlu görülen pota altına bok atmadan nerelerde hata yaptık ona bakalım.

- öncelikle emekli ikramiyesini alıp kahvede futbol yorumlayanlardan bile daha vurdum duymaz ve gereksiz yorumlarıyla bizlere basketbolu sevdiren nur germen'i bile haklı çıkartan jamont gordon vardı. savunmanın asıl problemi de burada ortaya çıkıyordu. hem alçak post oyunu olan, hem ikili oyunlar sonrası şut ve devrilme özelliği olan bir pivotu durdurmak iyi bir arka alan savunmasına ihtiyaç duyarsınız. çünkü top sıkıntısız bir şekilde bryant'a inerse o bir şekilde sayıyı bulur. sizin yapmanız gerekense oyuna yön veren oyuncuya baskı yapıp, pas kanallarını kapatıp doğru pası vermelerini engellemek olmalıydı. biz ise dün maça başlayan oyuncularla 1-2-3 no'ların hepsinde kolay geçildik. yani pota altı savunmasının burada fiyaskosu değil aksine dış savunmacıların fiyaskosu mevcut.

- yine pota altı savunmasından hareketle eurocup'da diğer maçlarımıza bakalım. bize sorun çıkartan oyuncular vougioukas, katiç ve bryant. üçünün hiçbir ortak özelliği yok. hepsinin yaptığı farklı ama çok iyi işler var. vou çok iyi bir alçak post bitiricisi, katiç iyi bir orta mesafeye sahip ve bryant ise bunların hepsinden biraz ama vasatın hayli üstünde yapıyor. mesela vou yüksek postta topla buluştuğu zaman verimi yok denecek kadar az, aynı şekilde katiç'in de alçak postta pek bir oyunu yok. siz onların topu istedikleri yerde almalarına izin vermezsiniz veyahut onlar coştuklarında başka yerleri riske edip onları soğutursanız ( ki bunu kızılyıldız maçında ve ilk ulm maçında hatta dünde bir nebze başardık ) savunmaya çözüm getirirsiniz.

- uzun konusunun bir de hücum boyutu var ki burası da pek iştah açıcı değil. bryant coşmak üzerekeyken hem ilk periyot hemde ikinci devre sürekli olarak uzunları alçak postta sırtı dönük hücum etmeye teşvik ettik. dong ve macvan'la bulduğumuz her şans bize özgüven kırılması ve boş dönülmüş hucumlar olarak geri döndü. jamont'un penetreleri de hakeza. bunun yerine bryant'ı daha çok yüksek posta çıkartmaya yönelik hamleleri hiç ama hiç iyi kullanamadık ( dudley'in 5 numara oynaması ve furkan&dong'un pick oyunları ) ee böyle olunca da potaya gitmek dağı delmek kadar zor oluyor.

- mesela maç boyunca 2. periyotun sonu hariç denemeye yeltenmedğimiz bir silah daha vardı. özellikle bryant bizi mahvederken 4 kısalı bir zone savunma denenebilirdi. bu hem bryant'ın etkinliği azaltır hem de hücumda bir türlü yapamadığımız penetrelere daha rahat alan imkanı sağlayacak olan dış şut tehdidimiz artardı. marko'yu 4'e çekip daha şutör bir takım olabilirdik. ki marko bana göre bizim için savunma yapabilen tek elemandı.

neyse madem markoishvili'ye geldik onun hakkında da birkaç kelam edelim. marko'nun en büyük özelliği takım oyuncusu olması. hem hücumda hem de savunmada hemen hemen her şeyi yapabiliyor. belki domercant, vujacic gibi screen üzerinden atmıyor, belki hareketli şutları atamıyor ama pozisyonı aldığında acımasız bir şutör olabiliyor. topla ilişkisi bir guard kadar iyi. mete de yazmıştı bunları top hakimiyeti çok yüksek bir oyuncu ve bu fizik dezavantajına rağmen iyi penetre edebilmesini sağlıyor. doğru şutu arayan ve bulamadığında en doğru adamı bulacak kadar da pasör bir oyuncu. yani alt alta üst üste markoisvili o paralara rağmen çok iyi bir transfer ve çok iyi bir oyuncu.

..........................

benim david hawkins sonrası galatasaray öngörümüpek göremediğimiz bir maç oldu ulm maçı. ben daha çok p&r oynayan ve hatta spanoulis'in oly'si kıvamında daha hareketli ve daha şutör bir takım bekliyordum. markoishvili transferinin de bize gösterdiği en büyük detay olan artık bu takım arroyo'nun takımı ibaresinin biraz onun şut özgürlüğüne evrilmiş haliydi dünkü takım. bana kalırsa ne kızılyıldız ne de ilk ulm maçındaki organizatör arroyo'dan eser yoktu.

burada anlatmak istediğim şey biz artık sezon başındaki her rakibine size üstünlüğü kuran tüm rakiplerini 1e1'leriyle yıpratan ve yıkan takım değiliz. artık hücumda daha fazla akıcı ve daha fazla bitirici opsiyon arayan bir takım olmalıyız.

neyse çok uzattıkça konu dağılacak ama ben sezon başından beri söylediğimiz aforizmayı bir daha tekrar etmek istiyorum. bu takım p&r oynamadıkça ve 4 numaradan şut atamadıkça hep bir şeyleri eksik yapmış olacak. hele şimdiki kadro yapısıyla intihar etmiş olacak.

19 Ocak 2013 Cumartesi

spak üç çay çek bize ordan, demli olsun.

kendisiyle tam olarak ne zaman tanıştığımızı hatırlamıyorum ama muhtemelen sabaha karşı bir saat diliminde yine kuvvetle muhtemel mirotiç üzerinden alevlenen bir muhabbette olsa gerek. kendisini galatasaray sözlük'ten ismen bilmeme rağmen böyle bir üstad olduğuna twitter'da şahit oldum haliyle. her şeyin şakası bir yana büyük saygı duyduğum bir abim kendileri. burayı okuyanların da çoğunun tanıdığını, bildiğini düşündüğüm fritzfassbender'dan bahsediyorum.

öncelikle kendisini tanımayanlar için ben bir özet geçeyim. fritzfassbender sorosçu aslanların, şimdilerde pek kullanmadığı müzikal yanı komazo ve weakside defence basketbol blogunun yazarı. nba ve basketbol üzerine söylediklerinin üzerine söz söylemeye gerek kalmadan "üstad'ın dediği gibi" denilecek bir adam. ve daha fazlası.

röportajda bazı yerleri sansürlemek zorunda kaldık ahgsjdkjkad özellikle nba - avrupa konusunda kendisinin bana karşı takındığı ağır üslup :) ve giydirmeleri nedeniyle korkmuyor değilim. neyse daha fazla uzatmadan sizleri fritz'le başbaşa bırakalım. sigaralarınızı yakın ve başlıyoruz...





öncelikle bu sürümcemeye yüz tutmuş röportajı hem kabul ettiğin hem de beni bu kadar beklediğin için teşekkür ederim başkan. öncelikle bu röportajı okumak isteyen sevenlerine kolaylık sağlamak amacıyla, onları rahatlatacak birkaç şarkı alabilir miyiz? :) sıkılacaklar olabilir bari şarkıları dinlesinler.

- Asıl ben teşekkür ederim. Bugüne kadar 25-30 tane röportaj yaptım, ilk kez soruların sorulduğu taraftayım. Hemen havaya girdim, yürüyüşüm bile değişti. Gerçi sorular geldiğinden beri henüz yürümedim ama muhakkak değişmiştir. Şanlı Spurs’ün atmosferine uygun bi şarkıyla ısınalım o zaman; http://www.youtube.com/watch?v=a27EGnXfBlw



ooo şarkılar nefis asghdjaksd şarkıları görmüyor olsam da nefis olduğunu tahmin ediyorum. lütfen beni bozucu yanıtlara girme abi. ilk röportaj denemem. kendime ertuğrul özkök tarzı gazeteciliği örnek almışken yavuz donat olmaktan korkuyorum. buraya kadar getirebildim ancak hemen bağlayayım; senin hakkında en çok merak edilenlerden biri "fritz neden düzenli olarak bir yerlerde yazmıyor?" "neden dergi-gaste değil de blog vs"

- Valla iki çok temel sebebi var onun. Birincisi teklif yok (gülüşmeler). İkincisi de teklif olduğu zamanlarda benim hayat şartları sebebiyle uzun vadeli sözler veremediğimden gönülsüz olmam. Ama hep söylediğim gibi teklif gelse fenerbahce.org’da bile yazarım (gülüşmemeler). Hani bir de bu işler pek arkadaş ortamında birbirine gaz verirkenki gibi yürümüyor bildiğiniz gibi. O tip yerlere gelmek için politik bi insan olmak, “çevre” edinmek, milyonların sevgilisi naifliğindeymiş numarası yapmak gerekiyor. Ha ben hepsini yaparım gerekirse orası ayrı (gülüşmeler). Ama bi yandan düşününce de cevap verdiği soruda parantez içine (gülüşmeler) eklemesini kendisi yapan bi insanım nihayetinde. Soru neydi?



kazanmaya mahkum kaybeden...o yazıda çizdiğin oj mayo profili ve onun ardına gizli fritz fassbender. komazo'daki yazıların. aslında senin bilinenden çok başka bir kimliğin ve söyleyecek sözlerin var. twitter gibi insanı uyuşturan mecraların seni körelttiğini düşünüyor musun?

- Haklısın, O.J. Mayo ve benzeri sporcularla kurduğum ilişki kendi hayatımla kurduğum bağlantıların bir sonucu ama o yazının arkasındaki motivasyon sadece kendimle alakalı değildi aslında. Öyle bi dönemde yaşıyoruz ki herkes ucundan kıyısından o çaresizlik hissiyatının bir parçası konumunda. Bir şekilde yaptığımız her neyse, okul, iş, ilişki, ailevi meseleler, onda kabul görülmüş başarı normuna ulaşmak zorundayız yoksa sistem anında dışarıda bırakıyor seni. Başka türlü hayaller, başka türlü hedefler peşinde koşmana izin vermiyor. Bunun sonucu olarak da hepimiz sürekli söylenip kahrederek günleri geçiriyoruz çünkü işin ucunda denemeye değecek bi ışık görünmüyor çoğu zaman. Mayo ve benzeri topçuların sembolik önemi bu. O yüzden de benim söyleyecek sözlerimin olup olmaması da çok mühim değil.

Twitter konusunda da çok körelecek bi durum göremiyorum. Bu tip mecraları kullanış amacıyla alakalı o biraz galiba. Ben interneti fazla ciddiye almadan, gülelim eğlenelim kafamız dağılsın amaçlı kullanıyorum daha ziyade. Yapmam gereken diğer işlerden vakit çaldığını düşündüğüm zamanlarda kapatıyorum zaten. Tek kötü tarafı twitter hepimizi tornadan çıkmış gibi aynı üslupla yazmaya itiyor ve onun sonucudan bi fikir üretirken benzer kalıplarda sıkışıp kalıyoruz sanki. Ya ne kadar ciddi konuştuk mınakoyim, verdiğim cevaptan ruhum darlandı. Geç Rize – Beşiktaş maçına geç.



müzik konusunda bir "danışılacak abi" olduğunu düşünerek soruyorum. hiç bilmediğin bir dilde şarkı dinlemenin nesi sana cazip geliyor. kulağına gelen tını mı yoksa sözler mi bir şarkıyı efsane yapar?

- Vokal çok mühim. Bildiğim bi dildeki şarkıda da çok mühim ama sözleri anlamıyorsam vokalistin insafına kalırım, o etkilerse dinlemeye devam ederim. Mesela Heroes Del Silencio diye İspanyolların çok ünlü bi grubu vardı. Şarkı atlamadan dinlerdim albümlerini çünkü vokalistlerinin öyle bir tekniği var ki ebene sövüyor olsa bile “aa benim ebeme sövüyor burada galiba” dersin, öyle bi ruh veriyor şarkılara. Veya Fransız Aüssitöt Mort’un kelime anlamadığım bi şarkısında sigara üzerine sigara yakabiliyorum çünkü vokalist nasıl bi acı çektiğini çok net aktarabiliyor bana. Veyhaut Vedat Yıldırım gibi bi ses Kürtçe, Ermenice gibi dilleri geçtim oturup Polonya milli takımının topçularını baştan sona saysın oturur ağzın açık dinlersin çünkü özel bi ses. Şarkı sözleri de çok mühim tabii ezgi ve iyi bir vokal olmadan dünyanın en kral şarkı sözünü yapsan en fazla twitter aforizması olur. Bu arada geçen aklıma takılmışken bütün kulluğumuzu yok etme pahasına hakkını verelim, Teoman – Kupa Kızı Sinek Valesi yazılmış en güzel Türkçe şarkılardan biri. Alakasız oldu ama bişeyin hakkını Fizan’da da aklına gelse vermek lazım.





bildiğim kadarıyla eski bir ülker'li, okyanus aşırı ise şikago'lusun. şikago'yu mj bıraktıktan sonra, ülker'i efes ve tofaş ligde hegomonya kurmuşken tutmaya başlamışsın. sadece bu iki örnekle bile kazanmak için bir şeyleri sevmediğini görüyoruz. nedir fritzfasbender'a bir şeylere taraf olmaya iten şey?

- Aslında tam tersi sevinmek için seven taraftar olmaya çalışıyorum ama çocuklukta yaptık bazı hatalar. Chicago’yu Jordan varken tutmaya başladım ama esas taraftara dönüşme sürecim post-jordan dönemindeki çöküşte tamamlandı. Elton Brand’le başlayan sürekli draft’ın tepesinden oyuncu seçip sürekli hüsran yaşanan dönem. Brand, Marcus Fizer, Eddy Curry, Tyson Chandler, Jay Williams, Kirk Hinrich, Ben Gordon. Hatta LaMarcus Aldridge’i seçip Tyrus Thomas ve Khrypa’nın hakları karşılığında elden çıkarmaya kadar geçen dönem. Tuhaf bir zevk alıyordum o rezil yönetilen takımı destekliyor olmaktan. 2000’lerin başında herkes ya Lakers’ın ya Kings’in ya da Sixers’ın peşindeyken Bulls’u desteklemek özel hissettiriyordu kendimi galiba. Bir de internetten değil de aylık dergilerden takip edince daha sıkı bir bağ oluşuyor galiba. Bu arada dergi demişken bugün pek hatırlanmayan Pivot ve 6. Adam dergilerini analım. Fast Break efsanesinden sonra gelmek gibi bi talihsizlikleri vardı ama dönemin şartlarında çok şık dergilerdi. Bi de Doğan Hakyemez’in Overtime diye bi dergisi vardı aynı dönem ama gelmiş geçmiş en kötü dergilerden biriydi : (


Neyse, ne anlatıyorduk? Ülker’i tutmaksa başlı başına bi tuhaflık tabii. Onun da basit bi sebebi var. Efes çok popülerdi, Tofaş’sa popüler olmayanı tutayım diyenlerin tercihiydi. Ülker’se tam bi üvey evlattı. Hepsinden çok para harcayıp sonuç hep hüsrandı. Aslında 90’ların Fenerbahçe’sine çok benziyordu hali ama o zamanlar onun farkında değildim, sadece üvey evlat olarak görülmelerine odaklanmıştım. Aklımın yeni yeni erdiği zamanlar gazetelerden okuduğum “Ülkerspor Fenerbahçe’yi geçerek şampiyonluğa ulaştı” haberleri de etkiliydi galiba. Bir de sevdiğim adamlar vardı, Harun, Tolga Tekinalp, Kevin Rankin, Haluk filan. Üstüne tam tutmaya başladıktan bi sene sonra Michael Anderson geldi. O sezon play-off’ta inanılmaz oynamıştı. Bana basketbolu esas sevdiren adam Anderson’dır o performansla. O şampiyonluktan sonra Tofaş dönemi başladı ama Ülker’in esas hedef Avrupa oldu. Sürekli topçular gelip gitmeye başladı. Koturoviç’ler, Jerome Allen’lar, Ufuk Sarıca’lar, Goljoviç’ler. Bi türlü olmadı tabii. Mal gibi takip ediyordum ben de hala. Asım Pars’ın oynadığı bi takımı tutkuyla takip etmenin acısını bilen bilir. Sonra Tutku geldi mesela. Tutku bugün şahane bi oyun kurucuya dönüştü ama ilk zamanlarında büyük kabustu. Asım Pars’ın oyun kurucu hali gibiydi gençliğinde, benim de ergenliğim karardı o dönem. Baktım olmuyor, basketbol 24 kişiyle oynanan ve sonunda hep Zalgiris’in kazandığı bi oyun, koptum yavaş yavaş. Sonra şükür Ülker - Fener birleşmesi oldu da temelli kurtuldum hayatımın karanlık bi döneminden.





az önceki soruya galatasaray'ı da ekleyip daha da karmaşık hale getirmek istiyorum. melih şabanoğlu'nun türkiye'deki takım taraftarlığını sosyolojik açıdan değerlendirmesi var, yine yıllardır süre gelen galatasaray-aristokrasi, fenerbahçe-burjuvazi, beşiktaş-işçi sınıfı değerlendirmeleri var. ve ciddi manada görüyoruz ki özellikle sosyal medyada taraftarın belli özellikleri renkDaşlarından hemen kolayca kaptıklarını görüyoruz. galatasaray tayfası her şeyden goygoy çıkartabilirken, fenerbahçelilerin daha ilkokullu olanı bile en cin avukatlar gibi inkar-karşı hamle-savunma-tekrar karşı hamle yapabiliyor. uzatmayayım sen türkiye'de insanların takımlarıyla bağlantılı karakter edindiğini düşünüyor musun? taraftarlık sosyolojik açıdan değerlendirilebilir mi?



- Hayatla bağı olan her şey sosyolojik açıdan değerlendirilebilir, değerlendirilmeli hatta. Benim spor özelinde itirazım bu sosyolojik incelemelerden kişilik tahlili çıkarmaya. Muhakkak bu kadar derine kök salmış kulüplerin tarihsel alışkanlıkları, gelenekleri, adetleri üzerinden belli başlı refleksleri açıklamak mümkün ama bu kadar geniş kitlelere hitap ettikleri için de çoğu zaman masturbasyon öteye gitmeyen, resmi açıklamaya yetmeyen çabalar oluyor bunlar. Yani taraftarlık öyle bir ruh hali ki kimse 10 yaşındayken bütün kulüpleri gözlemleyip “hımm Fenerbahçe burjuvazi takımıymış, anladığım kadarıyla benim ailem de orta-üst sınıfa mensup, o zaman Fenerli olayım” diyerek tuttuğu takımı seçmiyor. Diğer ülkelerdeki çoğu malum takımların taraftarlarının birbirinden çok başka takım tutma hikayeleri olmayabilir ama Türkiye’deki her taraftardan bambaşka takım tutma hikayeleri çıkar ve hiçbiri de o sosyolojik yapıyla alakalı değildir. Ya bi topçuyu seversin, ya aklının ermeye başladığı yıllarda aklını çelen bi kadroya denk gelmişsindir, ya baban bi maça götürmüştür, vs.

Hal böyleyken insanların ciddi ciddi o klişenin üzerinden yorum yapıyor olması komik biraz. Elbette her taraftar kitlesinin kendine has ve genellenebilecek refleksleri var ama o çizgi de gitgide inceliyor bence. Mesela Fenerlilerin açtığı “Emre’yi aldık sıra Arda’da” pankartını düşünelim. Fenerbahçe rakibinin önemli bi oyuncusunu alıp rahatça içine sindirebilen, bundan bir büyüklük gösterisi çıkarabilen bi camia. Eskiden ben de böyle bi durumun Galatasaray’da asla olmayacağını, onun Fener’e has bi ruh hali olduğunu düşünürdüm. Ama Ünal Aysal döneminden sonra gördük ki durum pek de öyle değilmiş. Yarın öbür gün “Onur’u da alacaz” içerikli bi pankart açılsa Arena’da kaçımız şaşırırız? Veya Burak üzerinden sezon başından beri yapmadık sosyolojik tahlil bırakmayan, bütün Burak = Galatasaray diyip herkesi kendince karaktersiz ilan eden Beşiktaşlıların Veli olayında nasıl da manevra üzerine manevra yapıp “Veli kendini atmadı ki, atsa kızardık ama atmadı” riyakarlığına başvurmasını hangi sosyolojik tahlille açıklayacaksın? Herkes bir şekilde kendini özel hissetmek için aidiyet hissettiği camialara ve taraftar kitlelerine özel güçler atfetmek istiyor ama maalesef bu klişeler savaşında kazanan “yok birbirimizden farkımız” bana göre. Bütün bunları söylerken şu şike olayındaki refleksleri ayrı tutuyorum çünkü bin yıl geçse de Fenerbahçe ve Beşiktaş’lıların genelinin tavrını anlayamayacam heralde.

Sonuç olarak ben kendi adıma bir şekilde karşılıksız ve mantık aramadan desteklediğimiz bu kulüplerin nihayetinde birer kurum olduğunun farkında olarak yaşıyorum taraftarlığımı. Kurum dediğimiz şeylerin karanlık taraflarının da olabileceğini bilerek. Ve mümkün olduğunca “gurur” duymayarak. Benim tercihim Galatasaray’ı bi kutsaliyet atfetmeden sadece Galatasaray olduğu için sevmek. Bu bana yetiyor. Bununla yetinmeyip ille de tuttuğu takımlar için derin tahliller yapanlara da saygı duymaktan başka çare yok. (Ulan o kadar yazdık, “saygı duyarım”la bitirmeyeydik iyiydi).




neyse sevenlerini daha fazla kızdırmadan basketbola geçelim. önce bir şifreli sorumuz var abi röportaja ona göre devam edeceğiz :) sorumuz: tanjeviç üstad mı değil mi? buradan çıkan cevaba göre ben sansür işlerini organize edeceğim de :) nba'i avrupaya tercih ettiğini bilmeyen yoktur. bunun sebebini sen kaynak yetersizliği olarak söylemiştin yanlış hatırlamıyorsam. peki oyun olarak sana nba'i cazip kılan şeyler var mı?



- Üstad değil : ( Yani Kalli benzeri “no bullshit” tavrını çok seviyordum ama bir şekilde tarihin en yetenekli jenerasyonunu prime dönemlerindeyken bir araya getirmesi lazımdı. Gerçi bir sürü büyük ismin bizim buraya gelince aklının çıkıp ne yapacağını şaşırdığını görünce yine de iyi iş çıkarmış diyebiliriz. Ya ben Derrick Rose’un oynadığı turnuvada bile ABD – Türkiye finalinin ilk 5 dakkasını izleyip hava sıcak diye dışarı çıkmış adamım ne anlatıyorum ya hahaha.

- Kaynak yetersizliğinden kastım şuydu; Euroleague’de maçı izliyorum mesela. Gözüme bi topçu çarpıyor. Giriyorum neciymiş diye bakmak için internete. Adam 24 yaşında, iki yıldır Euroleague takımında oynuyor. Sadece o iki sezonun istatistiklerini bulabiliyorum. Biraz şanslıysam ve uğraşırsam profesyonel olduktan sonraki istatistiklerini ancak bulabiliyorum ki onda da pek güvenilir kaynaklar olmuyor. İstatistiği de geçtim ilaç için o topçu hakkında yazılmış iki paragraflık yazı bile bulunmuyor. Dil büyük engel tabii. İngilizce kaynak çok sınırlı. Ben de bu işten okudukça keyif alan biriyim. Oyunun kendisi tek başına ister Nba olsun ister Avrupa, yetmiyor. Çünkü benim sporla kurduğum ilişki oyundan aldığım keyif kadar o oyunu anlamlı kılan hikayelerle bağlantılı. Haliyle Avrupa basketbolu o açıdan güdük kalıyor bana.

Oyun olarak NBA’den daha çok keyif almamın temel nedeni, ki NBA sevmeyenlerin de sevmeme nedeni bu sanırım, oyuncuların bireysel kalitelerinin ön plana çıkmasıyla oluşan tahmin edilemezlik. Normalde izlemek için derviş sabrı gerektirecek kadar kötü takımların maçlarını bile çekilir kılan şey bu. Devam edecektim fakat gördüm ki bi sonraki soru da aynı konuyla alakalı oradan devam edeyim.



avrupada oynanan basketbolun nba'den daha kaliteli ve yarışmacı olduğunu düşünenlerin sayısı günden güne artmakta. sen de bu çerçevede nba ve avrupa basketbolunu karşılaştıracak olsan hangisinin kefesine hangi artıları koyarsın?


- Bi kere deplasman blogda da olsam NBA’e yapılan bi haksızlığı dile getirerek başlamayı kendime görev biliyorum; NBA vs. Avrupa olayında eskiden kalmış ezberlerle konuşulup hala daha Nba’i şovdan ibaret bi ligmiş görenler ya maç izlemiyor ya da 25 sene öncesinin ezberleri beyinlerinden çıkmayacak kadar güçlü şekilde kazınmış kafalarına. Artık eskisi gibi bi çok açıdan farklı bi oyun oynandığını düşünmediğimin ve mentalite olarak makasın çok kapandığının şerhini düşerek başlayayım.

Bu konuyu tartışırken önce “kalite” kavramını açmak lazım. Eğer kaliteden kasıt fundemental meselelerse, evet Avrupa NBA’den daha kaliteli ve bin yıl geçse de öyle kalacak. Çünkü Avrupa’lı oyuncular 10 yaşından itibaren oyunun bütün gereklerini en iyi hocalardan en ince ayrıntısına kadar öğrenirken Amerikalı bi oyuncu ancak üniversitede, o da iyi hocaya denk gelirse yapısal eğitim alabiliyor. En yeteneklileri NBA’e giden oyunculardan geriye oyunu iyi bilen, becerikli ama atletik özellikleri zayıf, yetenekleri kısıtlı bir oyuncu grubu kalıyor. Bu yüzden de koçlara en üst düzeyde bağımlı, takım oyunundan başka çaresi olmayan bir lig çıkıyor ortaya. Bence burada kişisel zevkler belirleyici faktör olmalı, o açıdan hangisi daha kaliteli tartışmasını pek anlamlı bulmuyorum.

Öte taraftan farklar bariz tabii. NBA daha içgüdüsel bi lig o eğitimsel sebeplerden. Ama daha da önemli bi nedeni var bence bu içgüdüsel durumun. Avrupa’da basketbol (Yugoslavya’yı ayırırsak : () “nezih” bi spor. En azından sporu icra edenler için öyle. Dar gelirli kesimler çocuklarını alıp da Galatasaray’ın, Real Madrid’in, Milan’ın futbol okullarına yazdırmak varken basketbol koçuna gidip “eti senin kemiği benim” demiyor. Haliyle basketbolcular “rahat büyümüş” insanlar oluyor. Koçum Benim dizisine bakmak bile yeterli bu tespitin doğruluğunu görmek için. Okulun tek fakir çocuğu vardı, o da basket takımında değil yancıydı. Bunların hepsi bilimsel gerçekler. Ya ne diyorduk mınakoyim. Heh. Amerikalılarda ise tam tersi, ailesinin durumu iyi olan bi basketbolcu çıktığında haber oluyor. Hepsi çocukluğunu fakirlik içinde geçirmiş, basketbolcu olmaktan başka yırtma şansı olmayan insanlar. Bu adamlara istersen gece gündüz eğitim ver, pozisyon almayı, pivot ayağını nasıl kullanacağını, nasıl post edeceğini, ne zaman doğru pası vereceğini öğret yine bi noktada içgüdüsel davranıp bildiğini okur çünkü adam yokluktan gelip parayı ve şöhreti bulmuş, “kahramanlık” kültürüyle büyümüş ve tek çaresi basketbol. Bugün atıyorum Sinan Güler’den formayı çıkar takım elbiseyi giydir en kral sigorta şirketinde reasürans uzmanı olarak işe başlar. Bu adam istese de düzen dışına çıkamaz ve yeteneği ne kadar kısıtlı olursa olsun kendine takım bulur Avrupa’da. Burada yine kişisel tercihler giriyor devreye. Bu içgüdüsel durum ve tahmin edilemezlik bana keyif veriyor, tam tersini seven de Avrupa’yı takip ediyor.

Bireysellik – takım oyunu dışında tempo, atletizm ve spacing gibi malum farklara girmiyorum. Herhalde esas önemli olan koçlar arasındaki farklar. Avrupa’nın o konudaki bariz üstünlüğünü kabul etmekle beraber arada artık çok uçurum olduğunu da sanmıyorum. NBA’de çok fazla kötü koç var evet ama bir o kadar da iyi koç var artık. İyiden kastım kendini geliştirirken takımlarını Avrupa’ya ve haliyle oyunun özüne yaklaştıranlar, içgüdüselliği ve atletizmi takım oyunuyla birleştirenler. Ki onların sayesinde “NBA sadece yıldızlara dayalı bi lig” ezberi yıkıldı. Yıkılmadı tabii ama yıkmak lazım artık. En basit örneği Miami Heat ve Los Angeles Lakers. Eğer koçların etkisi o kadar az olsaydı Miami 2011’de ligi 70 galibiyetle bitirip, her turu 4-0’la geçerdi ama öyle bişey olmadı tabii. Çünkü onlardan daha iyi kurulmuş, daha oturmuş takımlar vardı. Ne zamanki koçları kafasındaki sistemi bütünüyle uygulayacak zamanı buldu, ne zamanki takım oyununa ulaştılar başarı öyle geldi. Bu senenin Lakers’ı da nefis bi örnek aynı şekilde. Eğer Nba söylendiği gibi topu eline alanın potaya gittiği, koçların seyrettiği bi lig olsaydı Lakers bugün bu halde olmazdı herhalde.



geçenlerde hatta bayağı oldu nerede gördüğümü hatırlamıyorum ama birisi nba'de avrupa basketbolu, avrupada ise nba basketbolu bu sene şampiyon olacak demişti. bahsettiği takımlar sırasıyla spurs ve real madrid. spurs her sene avrupanın etinden sütünden faydalanıyor, çoğu takım 4 kısalı sistemler deniyor vs. nba'in avrupayı izleme sürecini nasıl değerlendiriyorsun?



- “Olacak” değil oldu bile, Dallas Mavericks 2011 : ( Tyson Chandler harici vasat bireysel savunmacılardan kurulu bi yapıyı tüfek gibi bi savunma takımına dönüştürdü Rick Carlisle. Yeri geldi alan savunması yaptırdı, yeri geldi Lebron’a Jason Kidd’i verdi. Hücumda top makine düzeninde dolaşıyordu, herkesin görevi belliydi, vs. Nihayetinde farkı yaratan Nowitzki oldu elbette ama Nowitzki’nin katkısı neyse Carlisle’ın da o kadar payı var o şampiyonlukta. 4 kısa uzun vadede, ligin büyük bölümü tarafından benimsenmeyecek bana göre ama 4 numaraların hepsinin şutör olacağını öngörmek zor değil. Aklın yolu bir, NBA de Avrupa’nın ahlaksızlıklarını değil teknolojisini alıyor tabii ki. Takımların potayı savunacak uzun + şutör ve ribaundçu uzun + her şeyden biraz yapan forvet + skorer + oyun kurucu çekirdeği üzerinden şekillenmesi kaçınılmaz. Ama Nba 4 kısayı Lebron ya da Carmelo gibi adamlara sahip değilseniz kaldıracak durumda değil çünkü belli bi hücum ribaundu dengesi sağlanmak zorunda. Hücum ribaundunu alamasa bile içeride o hamleyi yapıp rakibin hızlı hücumunu aksatacak birileri lazım. Avrupa’da o kadar sorun olmayabilir bu ama atletizmin bu kadar ön planda olduğu bi yerde tek uzun intihar olur o açıdan.


........reklam......



......


bir yerden şikago'ya da girmek lazım. taj gibson-ömer aşık tercihi, boozer'ın reddi mirası, rose'un dönüşü, bu sene play-off ihtimalleri ve mirotiç. sence eğer rose sanılandan da iyi dönerse ve umarım o sakatlık bir daha tekrar etmezse 2010'ların hangi yılının final serisine göz koyarsın? tom thibodeau'ya güven katsayına da işin içine kataraktan :)


- Taj - Ömer tercihinden başlayalım. Bi kere oyuncuların birebir diğerlerinden önce takım yapısına bakmak lazım. Bu takımda Noah diye bi adam var. Ligin en iyi savunmacı uzunlarından. Diğer iyi savunmacı uzunların aksine sadece potayı da korumuyor, takım savunmasının en mühim parçası. Mesela iki sezon önce son topa kalan bi Miami maçında Lebron potaya giderken Deng’le switch edip Lebron’u birebir aldığı pozisyonu hatırlayalım. Her maç buna benzer bi sürü pozisyon oluyor ve Bulls savunması Noah’ın kısaları da savunabilmesiyle bütün ligin en temel oyunu pick and roll’larda tam bir canavara dönüşüyor. Şimdi elinde böyle bir pivot varken Ömer’e yüklü kontrat vermek demek Taj’dan önce Noah’tan vazgeçmek demek. Ömer Noah’tan çok az da olsa daha iyi pota savunucusu, daha iyi ribaundçu. Hücumdaysa Noah Ömer’e göre daha güvenilir bi isim, en azından iyi kötü bi orta mesafesi var ve açık ara ligin en iyi iki pasör uzunundan biri. Rose’un yokluğunda hücumun da temel istasyonu.

Böyle bi durumda Noah’ın 4 yıllığına 40 milyonluk kontratından takasla kurtulup Ömer’e 3 yıllık 25, Taj’a 4 yıllık 33 milyon verilebilir miydi? Bence gereksiz olurdu çünkü Noah’ın saha dışında da büyük etkisi var takım kimyası için. Üstelik Ömer’in bugün Rockets’ta gösterdiği perfomansı birinci tercih bile olsa Chicago’da göstermesi uzak ihtimal çünkü Thibodaeu’nun uzunları körelten bir sistemi var. Şimdi Lin ve Harden gibi ikili oyunları çok seven iki kısayla oynuyor Ömer. Chicago’daysa tamamen oyun kurucunun izolasyonlarına duacı bi hücum planı var. O sebepten bence Ömer’e yol vermek yapılabilecek en mantıklı işti. Hem Chicago hem Ömer için. İki oyuncunun da kontratlarının bi sene arayla bitmesi Taj – Ömer tercihi yapılmış gibi görünmesine neden olsa da Ömer – Noah tercihiydi yapılan ve

Noah’a tercih edilebilecek çok az pivot var ligde. Esas sıkıntı Taj’a verilen kontrat olarak görünüyor şu an. Taj da mühim bi savunmacı, ikiden beşe herkesi savunabilecek bi adam ama en iyi halinde bile yıllık 8 milyonu hak edecek bi adam görüntüsü vermiyordu. Bundan sonra o kontrattan kurtulmak biraz zor olacak. Keşke bu sezon sonu beklenip gelişimine göre yazın hamle yapılsaydı. Gelişim derken 27 yaşında olduğunu da unutmamak lazım.

Boozer konusu da artık çok üzerinde durmaya değecek bi konu değil. Ömer’de olduğu gibi Chicago’nun sistemi Boozer’a uygun değil. Bugün bu kadar dalga geçilen Boozer başka takıma gitsin yine 20 sayı ortalamayla oynar ama Thibodaeu’nun guard’ın yaratıcılığına bıraktığı düzende bunun imkanı yok. Boozer’ı ligin elit skoreri yapan şey nedir? Guard’la oynadıkları iki oyun sonunda attığı boş orta mesafe şutlar ve bomboş bıraktığı turnikeler. Chicago’daysa Boozer üzerinden oynanan oyun sayısı maç başına bi elin parmaklarını geçmiyor. O yüzden artık çok takılmamak lazım oraya. Bir de bu sene takım Rose’suz oyuna alıştıkça Boozer da Bulls kariyerinde ilk kez kendini bulmaya başladı. Son 10 maçta hiç 15 sayının altına düşmediği gibi 20 – 30 arası atıyor genelde. Daha da mühimi müthiş bir çaba gösteriyor. Her maç boştaki bi topu kapabilmek için kendini yerden yere atan bi Boozer görmek mümkün.

Boozer’dan hemen Mirotiç’e geçeyim. Beklentimiz büyük tabii. Bu sene de Euroleague’e bonba gibi başlayınca iyice tavan yaptı umutlar ama sezon ilerledikçe ben şimdilik o seviyede olmadığını düşünmeye başladım. Rakamları iyi ama bazı maçlarda çok şut üzerinden oynuyor, potadan uzak kalıyor ve mücadeleden kaçıyor sanki. Neyse, gelişir daha bize gelen kadar da bi umut üzerinden plan yapılmaz tabii. 2014’te gelecek olsa bile Boozer’ı amnesty etmenin pek mantığı yok bence. Mirotiç’i beklerken Boozer’a para ödemeye devam edip Taj’ı ilk beşe yerleştirmenin takıma pek bişey katacağını sanmıyorum.

Rose’un dönüşü girmek istemediğim bir top : ( Nasıl dönerse razıyım. Dua etmekten başka yapacak bişey yok. Bu seneyi bildiğin gibi ben gözden çıkarmıştım takımın play-off hedefi için. Bulls çok kötü bi organizasyon olduğu için Rose’u gereksiz yere zorlayacaklarını düşünüyordum play-off’larda. Ama fikrim değişti, son zamanlardaki açıklamalara bakılırsa yönetim ve koç saçma sapan şeyler yapmayacaklar play-off uğruna. Takım aşağı yukarı beklediğimiz gibi gidiyor. Bazı maçlarda beklemediğim kadar iyi ve akışkan bi oyun izliyoruz ama asıl beklenti dışı olan Doğu’nun hali. Rezil durumda şu an takımlar. O yüzden sezon başı “keşke play-off yapmayıp lotoya yatsak” diye düşünürken şimdi bitim kanlandı, Rose 20 – 25 dakika oynayacak olsa bile konferans finaline kadar gidilebileceğini düşünüyorum. Mühim olan 4. ve 5. sıradan uzak durmak ki ikinci turda Miami’yle eşleşilmesin. Öbür türlü Bulls şu an Miami harici her takımı eleyebilecek durumda.

Şampiyonluk için en gerçekçi hedef 2015 görünüyor ama Rose’un iyi döndüğü bi senaryoda hücumda güvenilir bir şutör – skorer eklemesiyle yarışa dahil olur bu takım. Ben Miami’yi hiç de öyle yenilmez bi takım olarak görmüyorum. Her şeye rağmen büyük defoları var. Geçen sene bile Boston karşısında düştükleri halleri unutmamak lazım. Miami’ye karşı kurt bi hoca lazım. Carlisle ve Rivers gibi. Maalesef Thibodaeu henüz o seviyede değil. Reaksiyonda geç kalıyor, hatta bütün bi play-off serilerinde çözüm üretemediği bile oluyor ama o da tecrübe kazanıyor yavaş yavaş. Rose’suz geçen bu ayların hem takıma hem koça önemli getirileri de olacak. Deng ve Noah özellikle artık çok daha güvenilir iki ele dönüştü. Koç da mühim bi tecrübe edindi. Sakatlık belasından uzak durulduğu takdirde bi dahaki sezonda bile Bulls’un geçen play-off öncesindeki “favorilerden biri” konumuna geleceğini düşünüyorum.


faried, oj mayo, royce white dilenilecek oyuncu tercihlerinle göz kamaştırıyorsun başkan. bu tip top5'leri ve genellemeleri çok yaptığını ve sevmediğini biliyorum ama "nba'de en sorunlu ama kalbi temiz top5" ve "nba'de en sinsi top5" yapabilir misin şanlı spurs'un şanına layık :(


- Royce henüz listede tam anlamıyla yok. üzülüyorum ama. Top 5 çıkarabilir miyim bilmiyorum, bi deneyelim. Sorunlu ama kalbi temizde ilk sıramda tahmin edilebileceği gibi PİİİZLİİ olarak tanıdığımız sinemanın dahi çocuğu Michael Beasly var. İkinci sıra ve yaşam boyu onur ödülü Stephen Jackson’da. Üç Baron Davis. Dört Ben Wallace. Beş elbette Rasheed. Sinsilerde açık ara birinci Dwayne Wade. 2. Dwight Howard. 3. Kevin Durant. 4- Chris Paul. 5- Kevin Garnett.



senin weakside defense'de de derlediğin gregg popovich röportajları ve tahlilleri mevcut ama madem mekan spurs mekanı gregg popovich'in yaptıkları ve yapmaya çalıştıklarını bir daha dinleyelim senden? bu adam mehdi olmasın?


- Bi kere adamın tipiyle özgeçmişine bakınca diyorsun ki “aha tam bi redneck”. Ama bi bakıyorsun ligin en kozmopolit, en renkli takımını yaratmış. Hayatta yanlış yaptığı tek bir konu var, o da düzenli olarak sakal bırakmaması. Sakallı bi Popovich geçen sene şampiyonluğu bırakmazdı, herkesle tartışırım bunu. Bugün bana deseler ki “al sana şu kadar bütçe, basketbolla ilgili bi senaryo yazıp filmini çekecen” ilk iş oturur Popovich – Duncan ilişkisi üzerinden bi hikaye kurgularım. Draft sonrası geçirdikleri haftadan bile şahane bi film çıkar.



gary neal, patty mills, danny green, kuvay-i leonard, matt bonner, tiago splitter ve apaçi blair. spurs'ün muhteşem 3'lünün son şampiyonluğu için basketbolcu yapması gereken oyuncu kaldı mı? nedir son durumumuz ve aron baynes. zaza'ya da gerek kalmadı :)


- Şu an San Antonio’nun son hali hakkında yorum yapacak durumda değilim çünkü bayadır bi türlü maçlarını izleyemiyorum. Ne zaman “bugün Spurs maçı izleyecem” desem bir şey çıkıyor. Aralıkta sakatlıkların da etkisiyle bi tökezleme dışında olabilecek en iyi şekilde gidiyorlar tabii. Büyük konuşmak istemem ama bence Spurs için o sene bu sene. 2011’de Memphis çok nadir denk gelinebilecek bi eşleşme faciasıydı, o yüzden daha ileri gitmek mümkün olmadı. Üstüne Big 3 dışında bi tane bile güvenilir bir parça yoktu. Geçen sene o muhteşem seriden sonra 2-0 başlayınca takım haliyle fazla kendine güvenince işler terse döndü. Rakip batıdan herhangi bi takım olsa yine sorun olmazdı, en fazla iki maç verilirdi ama Kevin Durant gibi bi adamın yanında James Harden ve Festpuruk süper yıldız seviyesinde katkı verince elenmek kaçınılmaz oldu. Bir de Popovich’in kariyerinin en formsuz serisidir herhalde. O da fazla güvendi takıma. Kayıplar gelmeye başlayınca panikledi, serinin ortasında bütün rotasyon değişti. Üst üste o kadar maç kazanmanın öyle bir dezavantajı oluyor herhalde. Paslanıyor insan, işler tersine dönünce reaksiyon gecikiyor.

Bu senenin farkıysa çok daha oturmuş bir rotasyon olması ve Big 3 dışındaki parçaların rolünün belirginleşip tecrübe ve güven kazanmış olmaları. Kawhi ve Green çok net takımın play-off yolunu çizecek isimler ki ben ikisinden de çok ümitliyim. Bir de son şampiyonluktan beri ufak ufak dönüşen “yeni San Antonio” sisteminin bu sene en mükemmel hale geldiğini gösteren gözden kaçak bi istatistik var; takım maç başına 25,5 asistle oynuyor. Geçen seneden 2 fazla, son 10 senenin en yüksek rakamı. Bu da top dolaşımının nasıl otomatiğe bağladığının kanıtı. Tabii en mühim durum sağlık San Antonio için. Sıkıntı hep play-off’ta rotasyon biraz daha daralıp Big 3 35 dakkaları geçince başlıyor. Ama bu senenin son şanslardan biri olduğunun bilinciyle kaldıracaklardır bence. Hele Duncan’ın son 5 yılın en fit halinde olduğunu düşününce tek sorun Manu’yu sağlıklı tutmak olur herhalde.

Aron Baynes hamlesi de şeytanın aklına gelmez arkadaş ya ahah. Mühim bi eksik giderilmiş oldu. Ribaund çekip fiziksel mücadeleden kaçmayacak uzun elzemdi hep konuştuğumuz gibi.



nba'de gm olsan ve 0'dan takım kurman gerekse? hem kadro hem coach.


- Koç seçiminde çok Popovich muhabbeti yaptığımızdan ve özel hayranlığımdan dolayı Rick Carlisle diyerek sürpriz yapayım. Kadrom da şöyle; oyun kurucu – şutör guard – kısa forvet – uzun forvet – pivot ve yedekler. Kötü esprimizi de yaptığımıza göre bi sigara içip sorunun cevabına gelelim. Kadroyu “bana göre pozisyonlarının en iyisi” şeklinde değil de salary cap filan gözeterek kuruyorum;

PG: Derrick Rose; “Başka bişey söylesen şaşardık” dediğinizi duyar gibiyim ama tercihim sevgimden ziyade takım yapısıyla alakalı. Takımda iki tane istediği an potaya gidebilecek adam lazım. Bu işi ondan iyi yapabilen sadece bir adam var ki o da takımımda zaten. Ayrıca maç sonlarını oynamada ligin en iyi iki üç isminden biri. Ayrıca iyi halinde ligin en iyi üç oyuncusundan biri. Ayrıca bu tip listelerde Allah korusun adam ölmüş gibi artık adının hiç anılmamasına çok gıcığım, en azından bu listede olsun. Çok iyi oyuncu olduğunu söylemiş miydim?

SG: Wesley Matthews; Bu pozisyonda önceliğim savunma ve üçlük becerisi. Ligde bu iki işi Wes biraderim kadar iyi yapan adam çok yok. boyu ve fiziği sayesinde 1-3 arası her pozisyonu savunur, boş üçlüğü buldu mu affetmez, takım oyuncusudur. Wesley gibi Wesley.

SF: Lebron James; Açıklama yapmayalım.

PF: Ryan Anderson; Rose ve Lebron’un dış şutundan dolayı burada da terchim üçlükçü ve ribaundçı bi forvetten yana. Anderson da ikisini bir arada en iyi şekilde sunan adamların başında geliyor.

C: Nikola Pekoviç; Aslında ilk tercihim Noah’tı ama maaşı yüzünden yerini Pekoviç’e kaptırdı. Takımın yapısı mobil uzuna daha uygun olsa da Pek gibi bi ayıboğan da lazım bu takıma.

Yedekler:

Ricky Rubio; (çaylak kontratında, ikinci beşi çekip çevirecek adam lazım. Arada Rose’u 2 numaraya çekersek kolay pozisyon yaratır.)

Dion Waiters; İkinci beşin skor yükünü çeksin.

Chandler Parsons: Her tür pis işi yapar. Lebron’u 4’e çektiğimiz zaman da süre alır.

Luis Scola: Rubio’yla beraber ikili oyunlarda coşar.

Nikola Vuceviç; Sezon sonu Pek’e kontrat veremeyeceğimiz için yavaş yavaş ilk 5’e ısınsın.

Cap’i biraz aşmışızdır ama bu kadro için de değer. Üç kulvarda her kupaya talibiz.



2003 yılında avrupa basketbolunun ajanı olarak nba'e adım atan darko milicic'den bu yana hayli zaman geçti. senin izlediğin en iyi avrupalılar, nba'e gelmesi gereken avrupalılar ve bu adam da neciymişler kimler?


- İzlediklerimden başa sararak sıralarsam Toni Kukoç ve Arvydas Sabonis en mühimleri. Özellikle Sabonis’i kariyerinin sonlarında bile olsa izlemek bugünün Jovo’su gibi çok büyük keyifti. Son dönemden en mühim isim Marc Gasol. Bu aralar Hollinger uğursuzu yüzünden Memphis’te işler çok ters gidiyor ama Marc çok başka bi adam. Noah’ı yabancı sayarsak o da benzer şekilde fakat Noah hiç Amerikalı değilmiş gibi durmadığı için pek adı geçmiyor bu tip listelerde. Bu arada bi itirafta bulunayım, ben eskiden Steve Kerr’i Avrupalı sanardım. Çocukken Kukoç dışında aklımda yer edinen tek beyaz basketbolcuydu ve bu yüzden Amerikalı olmasına ihtimal vermiyordum. Gerçi hala çok saçma beyaz Amerikalı basketbolcu. Bi gün Nba’in başına geçersem beyaz Amerikalı kotası koyarım. Neyse, ne diyorduk. Nowitzki elbette. İki Nikola, özellikle Pekoviç son dönemden özel sevgi beslediğim isimlerden. Pau’yu gençken Memphis sempatizanı olduğumdan severdim.

Avrupa’yı yakından takip edemediğim için söyleyebileceğim çok enteresan isimler yok Sariç, Gentile, Hezonja gibi malum gencolar dışında. Daha kısa vadede geleceklerden zaten Amerika’da oynasa da Alex Len var. Üç dört maçını izledim, büyük potansiyel olmasa da kalite bi uzuna dönüşebilir. Sen tiksiniyorsun ama Sergio Llull Houston’a gelse şahane olur ama Real’le sözleşmeyi uzatıp tamamen kapamış herhalde Nba defterini. Fenerbahçe’de “Turkish Kenyon Martin” lakaplı İlkan diye bi çocuk var bi de onu çok övüyorlar : ( Yeri gelmişken söyleyelim İlk Kan çok güzel filmdir, artık kanalarımız niye Sylvester Stallone ve CANKILADFANDAM filmlerini yayınlamıyorlar?



avrupa basketboluna çok az vaktimiz kaldı ama işimiz de yok zaten :) obradoviç mi messina mı? ataman mı mahmuti mi? zor soruyla başladım herhalde :) peki sence rotasyonla oyunu farklılaştırmak mı yoksa oyunculara güvenip onları parkede tutarak kolej takımı havasıyla mı başarı daha kolay gelir?


- Obradoviç. Messina’da çok yanar döner dayı tipi yok mu ya? Ortalardan kaybolduktan sonra arada eve gelip anneden “ya abla çok güzel bi yatırım şansı var, az biraz sermaye lazım işte” diye para tırtıklayacak filan. Yani borç para versen “ya üçün beşin hesabını mı yapıyon kanka aybediyon” diyip üste çıkar kesin. Obradoviç’e borç versen haftasında geri verip özür üzerine özür diler. Bu sorunun altına iki koçun resimlerini koyun da ne kadar haklı olduğum anlaşılsın : (




Abi hep yazıp çiziyorsunuz Mahmuti – Ataman konusunda, size katılıyorum o konuda. Yani hedefim bir sistem takımı yaratmaksa ve bütün ipleri koçun eline vereceksem Mahmuti. Beklemeye tahammül yoksa ve kısa süreli bi risk alıp yatırım yapacaksam Ataman. Maç içi hamleler konusunda yine Ataman. Oktay hocanın geçen sene bizde, bu sene Efes’te ikileme düştüğü bi nokta var. Hem bütün oyuncuların belli bir disiplin içinde oynamasını, sisteme sadık kalmasını istiyor hem de maç içi hamlelerde esnek davranmayıp oyunun kitlendiği anlarda oyuncuların insiyatifine kalıyor. Ya topçuya daha çok özgürlük vermesi lazım ya da kendisinin esnek olması lazım. O açıdan Ergin hoca önde tabii. Fakat o da çok çabuk demoralize oluyor. Yani sezon sonu ne olur bilemiyorum ama Ergin hocanın Fener maçındaki halini affetmek benim açımdan biraz zor olacak. Ya ne zor olacak, sezon sonu şampiyonluk gelsin Müslüm Gürses bandaları gibi Ergin Ataman bandanası yaptırıp sokağa ilk fırlayan ben olurum kimi kandırıyorum : (

Ben oyunculara güvenme taraftarıyım. Bu biraz eldeki malzemeyle alakalı ama her şartta belli bi çekirdeği hep oyun içinde tutmak daha mantıklı. En azından Nba’in aksine çok daha az maç yapılan Avrupa’da öyle olmalı bence. Bunun için güvenebileceğin oyunculara sahip olmak lazım tabii. Ama ben daha işler ters gidiyor diye sürekli rotasyon yapıp deneme yanılma yolunu seçen hiç bi yapının başarılı olduğunu görmedim.


bu sene galatasaray'ı izlemişsindir. hatta jamont gordon'u jamon gordon'a tercih ettiğini de biliyorum :) durağan hücumlar ve fiziksel üstünlükle kazanmaya çalışan güzide takımımızın sana göre eksikleri ve çareleri neler? tbl'de şampiyonluk için anahtar ne olur?



- Hahah bu soru çok güzel zamana denk geldi, düne kadar Jamont’tan hala umutlu olan az insandan biriydim. Gerçi tek maç üzerinden konuşmanın anlamı yok dünkü oyunlar otomatikleşmedikçe Jamont’un bu düzende taca çıkması hep olası ama ölü halinde bile Jamon’a tercih ederim : ( Ben Oktay hocanın Jamon’a bu kadar güvenip takımının temel istasyonu haline getirmesini başarısızlıklarının temeli olarak görüyorum. Jamon her takıma lazım bi adam fakat bu kadar topla oynayıp oyunu kurduğu takımların başarılı olma ihtimali yok bence. Yani elde Farmar ve Kerem varken ona bu rolü vermek Chris Paul varken Caron Butler’a o rolü vermek gibi. Neyse, durduk yere adama bok attığıma göre soruya geçebilirim.

Sizin Kızılyıldız maçı öncesindeki postta herkes şahane özetlemiş zaten durumu. Temel sebep Ergin hocanın boşvermişliğiydi düne kadar. Fener maçındaki hali Arroyo transferinin bitmemesine yormuştuk ama sonraki haftalar da aynı durum devam edince ben başka şeyler olduğunu düşünmeye başladım. Yani Ataman istediği transferler olmuyor diye bu kadar koyverecek bi adam değil, tersine bundan başka türlü bi motivasyon çıkarır normalde. E bizim kulübün de pek temiz bi sicili yok iş içleri mevzu olunca. Kesin bilmediğimiz bişey vardı bence ama umuyorum ki dünle beraber Ataman normale dönmüş olsun.

Dün maçı izleyemedim, bu günün tekrarını seyrettim. Sonunda doğru oyunlar çizilmeye başlanmış. Dediğin gibi en büyük sıkıntı durağanlıktı. Gordon’a uygun pozisyonlar yaratarak adamın artılarını öne çıkaran oyunlarla bundan kurtulunmuş. Ayrıca doğru yerde topu aldığında birebirde ne kadar iyi bi bitirici olduğunu gördük. Gordon’u bu şekilde kullanmak sezonun devamı için en belirleyici şey zira Hawkins ve Arroyo’nun az çok ne vereceklerini biliyoruz. Tabii Kızılyıldız da çok zayıf göründü. Diğer maçlarını izlediğimiz için bu zayıflığa biz mi sebep olduk bilemiyorum ama ikna olmak için bu maça benzer bi iki maç daha oynamak lazım. Gordon dışında bence en azından ligde fark yaratabilmek için ne yapıp edip Furkan’ı temel yapının parçası haline getirmek lazım. Eldekilere oranla daha dinamik bi oyuna geçişi sağlayabilecek tek uzun o. Ve geçen seneki Union Olimpia maçındaki Furkan’ı hatırlayınca bu kadar kolay vazgeçmek büyük haksızlık olur. Hem ona hem takıma. Eğer Gordon ve Furkan rotasyonun temel elemanları olabilirse motivasyonu yerinde bi Ataman’la hedeflere yaklaşmak çok zor değil bence.



nba için istediğim takım kurma olayını avrupa için de isteyeceğim. 6 yabancılı 6 yerli hadi birde devşirmeli öyle bir kadro var mıdır ki euroleague'de f4'ü güle oynaya kazansın?

- Ohoov, abi çok zor bu. En iyilerini saymayı geç 12 tane Avrupa’lı basketbolcu tanımıyorum ben ya : ( Yine de güzel hatrın için deniyorum; Spa –– Llull – Planinic - Khryapa - Mirotiç- Tomiç – Kenan – Ender : ( - Muratcan – Preldziç – Furkan – Kerem G. – Cenk : (



hocam son olarak güncel konulara parmak basalım diyorum. bu üstadlık makamı için ne diyorsun. kimler bu makama nail olabiliyorlar ve üstad olmak isteyenlere bir çıkar yol göstermeni istesek.

- Misal bu röportajla beraber ben gerçek bir üstad oldum zira sağlıklı bi insan kendisine böyle bi talep gelse “ahahahah ne röportajı lan? Benle bi insan niye röportaj yapsın?” diye tepki verir fakat ben hemen kabul ettim. Üstadlığın birinci koşulu kendini bilmemek çünkü. Sonraki koşul twitter’da her konuyu herkesten iyi bilmek ve üslubunuzla bunu hissettirmek. Çoğunluk ne düşünüyorsa bekleyip tam tersini söylemek. Bizim bu üstadlık mevzuunda sadece eskilerden bi ağabeymizi tiye aldığımız sanılıyor ama aslında çok daha fazla insan var dalgasını geçtiğimiz. Tivitırda herkes üstad aslında neredeyse.



tek soru tek cevap;



gece 12 ve sabah 5 arası

- Neredeyse 10 yıldır nefes alıp verdiğim zamanlar. Gerçi uyurken de nefes alıp veriyoruz ama cevabı değiştirmeyecem şimdi. Gece uykusundan tiksinenler için en güzel zaman.


sorumluluk

- Ehheh. Hayatta el yakan topu kullanmaktan kaçınmak en güzeli. Hata yaptığın an cezayı kesecek bi orospu çocuğu hep bulunuyor çünkü etrafta : (


bedelli askerlik

- Seth’in bedelli duyumcusu var. Benim televizyonda izlediğim haberi üç gün sonra adama duyum diye geçiyor mınakoyim.


twitter

- Sözlük ve blogların sonunu getirmesiyle çok mühim bi icat. Fakat tahminim odur ki bundan 5 sene sonra “lan zamanında ciddi ciddi 140 karakterde fikrimizi aktarmaya çalışıp zamanımızı öyle bi sitede geçiriyorduk ahahahahah” diyecez.


en büyük pişmanlığın 

- İnsanlara gereğinden fazla değer vermem ahahah. Lan bu nası soruymuş. Pişmanlık çok da barışmayı öğrendim bi süre sonra hatalarımla. Başka türlü çekilecek gibi değil.


galatasaray sözlük

- Artık diyecek pek bişeyim yok orayla ilgili. Bi iki iyi insan tanıdık en azından.



15 Ocak 2013 Salı

"sorunu ne lan galatasaray'ın"


galatasaray basketbolunun ağır toplarına erkek basketbolunun son dönemdeki sorunlarını, transfer ihtiyacını ve kızılyıldız maçını sorduk. bugün sakatlığı nedeniyle kadroda yer almayan tanju çiçek yerine ise finiks çocuğu doru beyini benchden getirdik. 


galatasaray'ın son dönemde yaşadığı sorunlar ve bunun takımın geleceğine etkisini nasıl görüyorsunuz?


arca yıldırım 


Açık açık söylemek lazım, şu an oynadığımız oyunun yeri Eurocup bile değil. Bu denli kötü bir oyunun, sahip olduğumuz kadro göz önüne alındığında sadece saha içi etmenler dolayısıyla bu hale gelmiş olması mümkün değil. Sene başında alınan sonuçlar ve takımın bizlere verdiği ışıkların yanından bile geçemiyor takım, her parçasıyla mutsuz, oynadığı oyundan zerre keyif almayan bir gruba dönüştük. Bunun nedenlerini kategorileştirmek en sağlıklı yol olacaktır.

Sakatlıklar:

Her ne kadar sezon başından beri Domercant'ten yoksun oynasak da, Göksenin'den çok kısa bir sürede yararlansak da, bu iki oyuncunun yokluğu bir noktadan sonra kendisini belli ediyor. Ergin Ataman, sezon öncesi takıma dair bir şeyler söylediğinde, Domercant'in hücumda ne kadar önemli bir rolü olacağını, liderlik vasıflarından yararlanacağımızı sıklıkla vurguluyordu. Kendisinin olmayışını, temposuz oynanan setlerde, bize karşı durmadan yapılan alan savunmalarında, oynadığımız ikili oyunlarda rakibin ilk olarak gömülmeyi düşündüğünde ve buna benzeri bir çok noktada belli oluyor, bağırıyor. Takımların sahip oldukları kadrolarda yokluklarının kotarabileceği türde adamlar vardır, ancak Domercant'in bu türde bir oyuncu olduğunu düşünmüyorum. Onu kaybedişimiz hücum gücümüzün en az 1/4 kısmını aldı götürdü. Her ne kadar hücum sahasında yaptıklarını sürekli eleştirsek de, Göksenin'in enerjisi, savunmada ortaya koydukları ve Ergin hocanın ona sene başında gayet iyi süre vermesi onun takım adına ne denli kritik bir parça olduğunu resmediyordu. (ligde 3, Türkiye kupasında 3 maç oynadı süre ortalaması 20 dakika) Genel tabloda, bu ikilinin alacağı minimum 50 dakika rotasyonu verimsiz bir hale getirdi, oyuncuların yükünü inanılmaz arttırdı. 

Mali konular:

Artık sporda profesyonellik temel taş haline geldi. Her ne kadar bir kültürü savunsanız da, geleneğin devam etmesini isteseniz de kulüp içinde mali konuların önemi bütün olgulardan bir kaç adım öne çıkıyor. Nasıl ki normal çalışan bir vatandaş için maaş büyük bir sorun ise, bu adamlar için de öyle bir sorun, hiç bir şekilde bunun aksi iddia edilemez. Takımda maaşların iyi ödenmediği herkes tarafından dillendirildi, daha yeni kurduğun kadroda bunun sorun olmayacağını düşünmek hayalperestlik olur açıkça. Bu noktada oyuncuların en azından belli bir süre idare edebileceği miktarlar olsa bu konu hiç konuşulmaz ancak sınırın aşıldığı çok belli ve oyuncuların ister istemez saha içinde konsantrasyonu düşmeler oluyor. Sen gözünü en yükseğe diktiysen yürüdüğün bütün kulvarlarda, takım içinde bu gibi konularında eksiksiz olarak yerine getirilmesi gerekiyor. Getirilmezse televizyon başından anlarsın oyuncunun huzursuz olduğunu.

Ergin Ataman:

Koçun özellikle geçen seneden sonra işinin kolay olduğunu söyleyemeyiz, hem Beşiktaş'ta kazandıklarının ardından hem de bizim yakada yaşanan gerilimli sürecin ardından o koltuğa oturmak her baba yiğidin harcı değildir, ancak ülkede biri bunu yapacaksa o da Ergin Ataman ismidir. Koçun bu kötü performansında açıkçası kenarda bize güven verdiğini söyleyebilmek maalesef güç. Koç oldukça mutsuz görünüyor ve kafasını tamamiyle saha içine odakladığını göremiyoruz. Takım içinde her türlü sorun yaşanabilir, hayatta bunun örnekleri binlerce ancak takımın lideri olarak Ergin hocanın şu süreci iyi yönetemediğini görmek açıkçası umut kırıcı. Koçun kenarda hataları olabilir, hangi koçun olmuyor ki zaten ama kenarda heyecanını tam yansıtamayan Ergin Ataman profili her şeyden önce konuşulması gereken bir konudur. Hocanın bu isteksiz halinin devamı daha kötü günleri bize pekala yaşatabilir.



semih tuna 


İlk olarak hücumdan başlayalım. Galatasaray’ın hücumdaki sorunlarını artık ergenliğe yeni giren çocuklar dahi söyleyebiliyor. Set hücumunda durağanlığın getirdiği temposuzluk, uzunları doğru yerde kullanamamaktan süregelen p&r oynayamama. Hücuma dair elimizdeki veriler oyuncu size’ını kullanarak birebir oynama ve cut sonrası şütör oyuncunun pick’i kullanarak dış şut atması. Mevcut tabloda yakın bir sürede çözülecek sorunlar olarak gözükmüyor. Hem oyuncu kadrosu, hem de mali durumun sandığımızdan daha büyük olması nedeniyle. Bu oyuncuların çoğu –kaptan dahil olmak üzere- Galatasaray’ın çocuğu değiller ve oyun içinde konsantrasyon problemi yaşıyorlar.  Saha içine müdahale edecek kişi Ergin Ataman. Son basın toplantısında yüz ifadesi kaygılıydı, onun konsantrasyonu belki de burdaki tüm değişkenlerden daha önemli. Onun kendini toplaması için, yönetiminde artık elini cebine atması ve bu problemleri düzeltmesi gerekiyor.

leventdem 


aga sorun morun yok. aynı takımımı izliyoruz. efsane bir sistemimiz var. pil ceksın bile bunnan gurur duymuyorsa neyim. sadece şu gereksiz paslaşmaları azaltmamız lazım. top ara sıra 3 saniyeye iniyor onları bırakmalıyız. bunlara gerek yok. hawkins gerekirse 5 oynasın yada boşver endong orada iyi. hatta endong hiç hücuma bile çıkmasın. 4 kişi bize yeter. arroyo-jamont-cenk-hawkins yeter bize.

doruk kıraç

bu yazın ve sonbaharın fiyakalı ismi ergin ataman kış mevsimiyle kabuğuna çekildi resmen. bence en büyük sorun bu. takım ne oynuyor hepimiz görüyoruz ama sorunları çözmek adına transfer söylentilerinden başka bir adım atılmıyor. bu takım ikili oyun oynayamıyor bunu rakipler bile ezberledi artık. eğer sen pr oynayamazsan bu 1e1'ler üzerine şekillenen hücumunu durdurmak o kadar da zor değil. hele bir de şut sokamazsan...

3 ayda takımın ileri gitmesi gerekirken bu kadar gerilemiş olması bir defa kabul edilebilir bir şey değil. yani düşünün aynı noktada bile değiliz. sorunların çözülme kısmı ise bence yine ergin ataman'la alakalı. bir şeylerden gerekirse feragat edecek ama ya bu takımı daha tempolu daha hızlı hale getirecek ya da bu takım tüm hücum ribaundlarını çekecek. şimdilik aklıma daha başka bir çözüm gelmiyor. tabii ikili oyunları söylemiyorum ona dünya üzerinde muhtaç olmayana takım yok.


ünal özüak

en başta sorunun başında milan macvan'ın oynadığı pozisyon var. macvan denilen adamı 4 numara oynatarak harcıyor ergin ataman. belki de avrupa'nın sayılı 3 numaralarından birini 4 numara da oynatmak inanılır gibi değil. geçen hıncal'la o'nun evindeki 187 ekran televizyonda kazan maçını izlerken kahrolduk. büyük televizyonda izleyince çok daha net ortaya çıkıyor macvan gibi adamın 4 numarada nasıl harcanıldığı. bazı yorumlar okuyorum ona uygun setler hazırlanmıyor diye. kendi pozisyonunu/şutunu kendi yaratır macvan gibi oyuncular. geçen senenin yaman koçu ergin ataman bunu nası görmez anlamıyorum. mahmuti de dusko savanovic'i 4 numara oynatıyor. bu koçlar avrupa basketbolunu hiç takip etmiyorlar heralde. yazık.


galatasaray'ın transfer yapmadan bu süreci atlatması mümkün mü? yok illa transfer yapılacaksa hangi pozisyona ne tarz bir oyuncu almamız lazım?


arca yıldırım


Son dönemi ele aldığımızda eleştirebileceğimiz bir çok husus var açıkçası. Takımın hücumda oldukça durağan yapısı, savunmada genel tabloyu geçiyorum maç sonucunun belirlendiği kritik anlarda yediğimiz bomboş turnikeler, rotasyonun çok kötü şekilde kullanılması vs. Bütün bu eksikleri bir isim üzerinden çözüme kavuşturamayacağımız açık, kenar yönetiminin, oyuncuların ve hatta yöneticilerin sezon başında kazanma alışkanlığını çoktan elde etmiş, hücum sahasında kendi üstünlüğünü henüz maçın ilk dakikalarından kabul ettiren, konsantrasyonu tavan noktaya çekerek savunmada tek bir boş alan bırakmadığı görüntüyü hatırlaması gerekiyor. Takım bize bu görüntüyü sunmasa şu an söyleyeceklerimiz epey kötü olacaktı ancak takımın bize bu gücü gösterdiği ortada. Herkesin yaşananları geride bırakması gerekiyor, henüz kaybedilmiş bir şey yok ve elde gayet iyi bir kadro var. Saha içinde kendi gücünün farkında olmadan, kafasında saha dışı etmenler olan oyuncu grubun şu yaşadığı kötü sonuçları anormal karşılamıyorum. 

Transfer yapılacaksa ne tür bir oyuncu alınmalı?
Herkesin az çok tahmin ettiği Arroyo'nun takıma katılması önemli. Dümenin Jamont-Ender-Engin üçlüsünden ziyade ona vermek daha rahatlatıcı. Geçen sene Ergin hoca ile birlikte yaptıkları da ortadayken ona biraz zaman tanımak lazım. Arroyo'nun yanında onun seveceği tarzdan bir çok adam var, verimini kısa süre içerisinde arttıracaktır. 4 ay oynamamak oyuncu özelinde önemlidir ancak kafasını verirse aşılamayacak bir sorun değil bu ki oynamadığı dönemlerde antrenmanlarını aksatmadığını biliyoruz. Ergin hocanın Unics Kazan maçının ardından pota altında ezildik söylemine katılıyorum ancak o bölgede bir arayışa gitme gereğine katılmıyorum. Sezon öncesi planlara katılan İlkan Karaman'ın rotasyona bir farklılık katacağı aşikardı ancak onun yokluğu genel tabloda herhangi bir değişiklik sağlamadı. Hocanın o bölgede -sezon başı dönem hariç- son dönemlerde hiç kullanmadığı Macvan, ortaya gayet iyi rakamlar koymaya devam eden Ersin ve birbiriyle uyum sağlayamayan N'Dong-Furkan ikilisi var. Hocanın bu bölgede verimi arttıracak çözümü transfer olmamalı, geçen sene Erceg'den bulduğu şutları Macvan'dan bulabilir, ki sezon başında kolaylıkla buldu. Acımasız olmak gerekirse her kötü sonucun ardından koçun çözümü transferde araması taraftar nezdinde iyi kaçmıyor. 

Transfer illa yapılacaksa, benim tercihim Jamont'u 6. yabancı haline sokarak (aldığı 1.4 rakamını düşünürsek epey lüks kaçıyor bu olay) onun yerine oynayacak skorer düşünmek. Sezonda geldiğimiz bu güne kadar en sorun yaşadığımız oyuncunun Jamont olduğu aşikar. İlk önce 1 olarak düşünülmesi, orada hiç yapmaması, ardından 2'de kullanılması ve şut performansının saha içinde adeta bağırması, iyi yaptığı penetreye az başvurması... Jamont'un işi de kolay değil çünkü onun rolünün hala takım içinde belirgin olduğunu kesinlikle düşünmüyorum. Sahaya adım attığında görevlerinin keskin bir şekilde olmaması oyuncuyu direkt olarak etkiler. Jamont'un sahada ne yapacağını bilmez bir halde olması takımı da etkiliyor doğal olarak, eğer transfer düşüncesi olacaksa iyi skor bulabileceğimiz bir 2 numara gücümüzü farklı bir noktaya taşıyacaktır. Tabii şu mali durumlarda birini almak elbette kolay olmaz ancak Ergin hoca 1 yabancı hakkımızın olduğunu vurguladı, bu açıdan mali zorluğa girmiyoruz.


semih tuna


Murat Özyer ve Ergin Ataman, geçen hafta Pazartesi gününde yapılan ‘Medya Gününde’ Bonsu’yu istediklerini, ancak Beşiktaş yönetiminin taraftar baskısından dolayı çekindikleri için bu transferin gerçekleşmediğini açıkladı. Saha içi değerlendirmesinde Bonsu bize istediklerimizin bir kısmını verebilecek potansiyelde, ama Ndong ile değişimi halinde. Yoksa 5. Uzun olarak Bonsu’nun kadroya katılması pek bir şey ifade etmiyor. 5. Takviye durumu ancak dış şut sokabilen bir 4 numaranın takviyesi sonucunda sorunlar en aza indirgenir. Böyle bir isimde piyasa da konuşulmadığından dolayı burayı pas geçiyorum.
Görünen 2. Sorun delici-şütör gard. Arroyo’dan hemen önce ayyuka çıkan Blake Schilb ve Bracey Wright isim olarak da, verim olarakta beklentileri karşılayabilecek durumdalardı. Schilb’in takımda kalması ve Bracey’nin üstünde –yine üstte konuştuğumuz mali sebepler nedeniyle- durulmaması yüzünden buraya Arroyo’dan sonra 2. Takviye gerçekleşmedi. Takımın Cenk dışında boş bırakılmaması gereken bir atıcıya ihtiyacı vardı, özellikle Eurocup yolunda bu transfer elzem olsa da bu yapılmadı.
Temposuz oyunu takım içinden takviyelerle ortadan kaldırmak için, çift gard seçimi makul duruyor. Oyunun belli bölümlerinde Carlos-Engin-Hawk üçlüsünü kullanmak ideal olabilir. Bu 3’lü pas akışını iyileştirebileceği gibi Engin’inde savunma da hakkı verilmeyen isimlerden olması onun değerini bir kat daha arttırabilir. Jamont-Cenk-Hawk ile durağanlık ‘top’ seviyeye ulaşıyor. Çünkü 3 kısadan Hawk dışında hiç biri ilk hamlesi penetre olan kısalar değiller. Rotasyonu biraz daha daraltıp Jamont’un süresinin kısılmasının daha mantıklı olacağı kanaatindeyim.

leventdem 

transfer lazım o net ya. carl english o olmuyorsa adam morrison gelsin. euroleague'i almazsak paez > ismet badem bile diyebilirim :(


doruk kıraç 

aslında transfer şart mı değil mi sorusundan önce bu sezon için ataman transfer yapmaktan başka ne tür bir çözüm getirdi ona odaklanmak lazım. transfer elbette şart gibi duruyor hem dış şut hemde uzun rotasyonundan dolayı ama bence asıl çözülmesi gereken şey oyuncuların verimliliği.

mesela şutör bir 4 numara geldiğinde macvan'ın süreleri ne olacak? 5'e kayacağını düşünmüyoruz herhalde. bunu yapacak olsa çoktan yapardı coach. yani bu transferle macvan'ı kazanamadan kaybederiz direkt. 2 numara gelse aynı şey jamont için de geçerli. bana kalırsa transferden önce ( ki lazım ) oyuncuların verimliliği bir şekilde artırılmalı.

illa transfer yapılacaksa da post-up bitiricisi yada atletik uzun yerine şutör 4 numara daha elzem gibi duruyor her şeye rağmen. 

kızılyıldız maçından beklentileriniz neler? neleri yapmalı, neleri yapmamalıyız?


arca yıldırım 


Maçın zorluğundan ziyade, kaybedersen büyük ölçüde havlu atma ihtimalinin belirmesi sıkıntı. Evinde maç vermemen gereği ortadayken oldukça kötü bir oyunla Unics'e maçı verdik ve şimdi tarihimizde görüp görebileceğimiz en sert atmosferlerden birine gidiyoruz. Bu sene deplasmanlarda sergilediğimiz performansı göz önüne aldığımızda bu maçtan umutlu olabilmek imkansız ancak takımın bulunduğu sıkıntılı durumdan kurtulmak istiyorsa Sırbistan'dan galibiyet ile dönmek zorunda. 

Kızılyıldız ilk maçını deplasmanda kazandı, evlerinde oynadığı Cedevita maçını da izleme şansımız oldu adamlar son derece iyi oynuyor. Savunmada baskıyı iyi kuruyorlar ve aldıkları her net ribaund sonrası sahayı çok çabuk bir şekilde geçiyorlar. Hücum sahasında epey hareketliler ve bizim son dönemlerdeki savunma performansımızı düşündüğümüzde istedikleri boşlukları bulacaklarını söylemek zor değil. Bunun yanında bu maça özel hazırlanacağını düşündüğümüz Rakocevic de var, bu isteğin ters tepmesi bizim adımıza maçtaki en güzel şey olacaktır, öyle olmasını umalım.

Takım bizlere ve Kızılyıldız'a bambaşka bir görüntü sunmalı. Kaybettiği o güven duygusunu yeniden kazanmalı, oyuncu grubunda saha içinden önce maç kafada oynanılır ve kazanılır, takımın son 1 aydır hiç bir maçı kafalarında kazandığını düşünmüyorum. Maç adına oldukça umutsuzum ancak bu takıma inanmamak olmaz, gazamız mübarek olsun.


semih tuna 


Kızılyıldız için Yağızer, Yakup ve Tolga Hoca’nın rakibi iyi analiz ettiğini düşünmek istiyorum. Avrupa’nın Aralık-Ocak ayında en tempolu hücum eden 2-3 takımından biri Sırplar. Eurocup’ın da açık ara en skorer takımı ünvanına sahipler. Rakocevic’in Caja yıllarından beri ilk defa liderliği bu kadar üstüne alıp başarılı olduğu, yan parçaların sistem içinde maksimumunu verdiği Vukoicic’in Kızılyıldız’ını deplasmanda yenmek için oyuncuların iyi gününde olmasını beklemekten daha fazla şey gerekiyor. Eğer maç içerisinde tempoyu Kızılyıldız’a verirsek 7-8 dakikada fişi çekebilecek kabiliyetteler. Eksileri, işin savunma tarafına pek düşmemeleri. Elimizdeki kısaların özelliklerini kullanarak, içeriyi zorlayıp uzunları faul problemine sokarsak maçın gidişatı başabaş hale gelebilir ama TOP 16’ya çıkıp, en fazla faul alan takımlar sıralamasında sonlarda olduğumuz ve böyle bir oyun karakterine sahip olmadığımız için bu düşük ihtimal. Carlos Arroyo bu maçta 27 dakika aşağısında süre almasını kabul edemem, Hawkins ile birlikte sahada 2. akıl olması şart.

leventdem

öncelikle ergin ataman maçın hemen başında rakoceviç'e tükürük falan atmalı. cenk savunmaya dönmeden sürekli köşede beklemeli. boris savoviç'i savunmaya gerek yok. 5 kişi diğer 4'ünü savunsun yeter. jamont dirseklerini, hawkins koca kıçını konuşturmalı. ribaundlar onların basket fauller bizim olsun.

doruk kıraç

zor maç olduğu hepimiz tarafından aşikar. özellikle kızılyıldız'ın form durumu ve yüksek sayı potansiyelleri de göz önüne alınınca üstüne üstlük o cehennem gibi atmosferden çıkmamız pek mümkün görünmüyor.

maçın zorluğunun diğer tarafı kızılyıldız'ın oyun tarzının bize çok ters gelebilecek olması. zaten durağan ve verimsiz hücum ediyoruz bir de yüksek tempoda savunmada onları durduramayınca işimiz hepten zorlaşacak. belki onların da savunma zaafiyetinden sayı baremimizi yükselteceğiz ama onların top noktasına çıkmamız zor.


13 Ocak 2013 Pazar

best of tutkal

şanlıspurs'de alışıla gelmiş sonu getirilemeyen yeni bir yazı dizisiyle daha beraber olacağız inşallah. yeni yayın döneminde yepyeni yazı dizileri, yarışma programları ve daha neler neler. değişen genel yayın politikamız ve deko'nun kovulmasıyla oluşan yeni kadromuzla artık yavaş yavaş sizlerle olacağız.

bu defa avrupanın en iyi tutkalları yazı dizimizle beraberiz. bu adamlar herhangi bir sistemin olmazsa olmazları. hiçbiri süper yıldız değiller, çok büyük yetenekleri de yok. all-star maçlarında adları geçmez, en sevdiğin oyuncuları say dediğinizde aklınıza gelmez, en iyi kadroları yap denildiğinde tercih edilmezler. ama onlar avrupanın en gerekli oyuncuları. daha da uzatmadan geçelim.

shaun stonerook



öncelikle saygı duruşuyla başlayalım. bu işin avrupadaki simge ismi. o sert siena savunmasının yıllarca hem italya hem de avrupada hakim olduğu yıllarda bootsy thornton, david hawkins, romain sato, malik hairston ve david moss gibi isimlerle çatıyı kuruyorlardı. tepeden şut atan 5 numaralar, oyuna akıl katan 2 numaralar ve potanın gerçek sahibi 1 numaralarla harika bir takım oluşturmuşlardı. bu sisteminde bel kemiği, gemi tutkalı stonerook'du. efsanedir. saygı da kusur etmemek lazım.

viktor khryapa




işte sırada stonerook'un bıraktığı görevi avrupada en iyi yapan adam var. cska'nın rezil günlerinin hep onun sakatlığı döneminde yaşanması bir tesadüf olmasa gerek. müthiş bir karakter. ön plana çıkmadan yıllardır oynadığı basketbolla hem cska'nın hem de rus milli takımının en önemli silahı oldu hep. savunma, top çalma, blok, ribaund, transition, dış şut, alçak post...sahada yapılabilecek ne varsa hepsini yapıyor zaten üstüne de karakter serpiştiriyor. takımı mental olarak düştüğü an o parkeye çıkıyor. istatistik tutucuların onun oyunda olduğu anları +- olarak kaydetmemesi nedeniyle oyuna ne kattığını istatistiklerle ifade edemiyoruz maalesef. 


dimitris diamantidis




hakkının verilmesi ve zaten hale hazırda avrupanın en iyi guardı olması onun bu listeye girmesine mani değil. örümcek adam mehmet topal'ın basketboldaki karşılığı :) oyun kurmak ve bu konuda en iyi olmak dışında hobi olarak adamın koynundan çaldığı toplar ve aklın açıklayamayacağı paslarıyla hale hazırda birçoklarına göre kıtanın en iyi oyuncusu.

o sadece bu kadar bir oyuncu değil. yokluğu el şampiyonu bir takımı türk telekom kıvamına getirecek kadar sendromlara neden olan, intiharlara sürükleyen, başkan bıraktıran, obra'ya küfrettiren bir yokluk. daha ötesi de yok sanırsam. 

rafa martinez




ispanya'nın ömer onan'ı. gerçek bir lider. hep perde arkasında kalmaktan bu kimdi yea denilen bir isim kombinasyonu var. karizmasına karizma katıyor orası ayrı. senelerdir ha bu sene ha seneye gidecek derken bir türlü barcelona saflarına katılamaması belki kariyerindeki tek ukde olacaktır ama artık valencia benchinde toprakla karışması gerekiyor. oraların efsanesi kimdi denildiğinde benim aklıma ondan başkası gelmeyecek.

sahada sertlik getiremeyeceği oyuncu henüz avrupa karasularında yok. gerektiği zaman çirkinleşip gerektiği zaman bir kadifeye dönüşen bilekleriyle yolladığı üçlüklerle can yakması onu büyük oyuncu yapan özellikler. ama dediğim gibi en büyük artısı mağlubiyeti kabullenmeyip savaşması.


david moss




avrupada siena ekolünün son generali. güçlü fiziği ve atletik özellikleriyle rakip forvetlerin deyim yerindeyse ağzını burnunu kırıyor. gerekmedikçe hatta hiçbir zaman gereksiz hücum atraksiyonlarına girmiyor. ne zaman ona ihtiyaç var o o zaman devreye giriyor. ribaundlarda bir uzun kadar etkili saha içindeyse hale hazırda tek lider. seneye efes alsa da izlesek :(

jamon gordon & josh shipp




ikisini birbirinden ayırmak istemedim çünkü ikisinin de bu özellikleri fazlasıyla var. 2 senedir beraber oynuyorlar ve artık birbirinden ayırmak kolay değil. 

jamon gordon bu konuda shipp'in bayağı bir önünde tabii. avrupada all-around oyuncular içinde ismi artık tartışılmaz bir oyuncu. parkede yapamadığı iş yok. eline değen her topu alabilen, adamın yatak odasından top çalan, 1-2-3 her numarayı savunabilen, oyun kuran, alçak post oynayabilen, orta mesafeden öldürücü atan, potaya giden sahada coachun dediklerinden başka doğru bilmeyen müthiş bir profesyonel. 

kostas vasiliadis & marko baniç




aslında daha önceki oyunlarla çok fazla benzeşmeyen ama tutkal görevi gören bir ikili daha. katsikaris'in bilbao sisteminde bambaşka oyunculara evrilen ve parkeye getirdikleri enerjiyle kaybetmeyi bask ülkesinde unutulan deyimler sözlüğüne yazdıran müthiş bir ikili.

vasiliadis'in öldüren şutlar, baniç'in alçak post oyunları ve oyuna daima hazır ve %100'leriyle birbirlerine yapışan iki takım oyuncusu.

david hawkins




aslında bu liste yerine winner oyuncular listesine de girebilirdi. ama onun sadece galatasaray ve beşiktaş'taki  oyunuyla bu değerlendirmelere girmeyelim. deron williams'lı takımda yaptıkları, milano, siena ve roma performanslarıyla bu listenin demirbaşlarından.

karakter ve liderlik olarak zaten onu tartışacak kapasitemiz yok. savunmada lider, hücum tıkandığında sorumluluk alan, süre-liderlik-şut konusunda kaprisleri olmayan, yıldız olsa da yıldızlığını takımın önüne geçirmeyen bir patron o.

kalçasıyla köy deviren bu patron avrupada ( son dönelerde form düşüklüğü yaşasa da ) en iyi kısa forvetlerden biri. kalçasıyla ittiremeyeceği sumo güreşçisi yok. olayı kişileştirmeden, takımına zarar vermeden rakibini alt eden bir patron.

....

şimdi de gelelim bu işin tbl şubesine. işte listemiz...

murat can güler




ahahah ne sandınız euroleague gediklisi sinan can güler veya enerjik doğuş balbay değil herhalde. tabii asrın underrated'ı murat can güler.

50 tane tbl takımı kursam 49'una alacağım 1'ine ise onsuz da şampiyon olunur mu acaba diyerek deney yapacağım için almayacağım büyük oyuncu.

bu adamı yıllarca kardeşinin ağbisi olarak görenler utanmayacağı için tekrar yazmak da fayda var. bu adamın sadece bu ligde değil euroleague'de dahi jerrells'lı bir takımı bile eli yüzü düzgün hale getirebilmesi bir "peri masalı" değil de nedir arkadaşlar. onsuz takım jerrells'ın küçük oyuncağıyken o oyunda olduğu zaman beyin nakli gerçekleşmiş ve geriden gelmeye çırpınan bir "akdeniz ülkesi" genleri taşıyan bir takıma dönüşüyor. yılmayan, 30 sayılık farka bile kafa kaldıran, savunmada savunan hücumda topa yön veren, topu evine götürmeden de baskete gidilebileceğini gösteren bir understar.

kerem gönlüm




nasıl rafa martinez ispanya'nın ömer onan'ıysa kerem gönlüm de bu toprakların viktor khyapa'sı. onsuz geçen yıllar milli takımın halini unutmamak lazım. tanjevic'in ondan yaratmaya çalıştığı role de odaklanmak lazım. büyük coach tanjeviç başkanın. 

3-4-5 oynayan ve tanjeviç'in 5 forvetli sisteminde en önemli isim olan kerem gönlüm şu yaşında hala ilkan'ın 5, göksenin'in 4 katı fazla çalışıyor ve beyni tutku açık'la yarışıyor. onsuz efes ve milli takımının hep bir şeyleri eksik oluyor ya hani. işte o tutkal. takımı takım yapan adam gibi adam. 

ömer onan




geldik listenin sonuna ve çirkeflerin kralı ömer onan'a. ne kadar çirkef ne kadar karaktersiz de olsa böyle bir oyuncuya sahip olmak hep geriden gelme gücü sağlar. 5 yılda 4 şampiyonluk kazanan fenerbahçe ülker takımının kinsey'le beraber arka alan savunmasını onlar üstleniyordu. daha da önemlisi takımı dirilten rolü o ömer onan devralıyordu. bir coachun teknik faul alarak takımını ittirmeye çalışması nasıl bir yöntem ise ömer onan'ı sahada tutmak da o kadar etkili bir yöntem. isyan eden ve isyanıyla en ruhsuz oluşumları bile takım yapabilen bir oyuncu. büyük oyuncu vesselam.


12 Ocak 2013 Cumartesi

tabak

euroleague top 16'da 3. maçlar biterken, biraz üzerimizdeki pası atıp, kalem oynatmakta fayda var. malzeme bol nereden başlayacağımı ve yazıyı nasıl kurgulayacağımı tam bilemesem de mecbur bi yerden başlamak lazım. peri masalına devam eden (ismail abi selamlar), top 16'ya 3'te 3'le başlayan son maçta beşiktaş'ı dağıtan ve acb+el'de totalde son 14 maçını kazanan şanlı caja laboral ile mevzuya giriş yapalım.

caja laboral

caja'nın top 16 görmesini sağlayan scariolo'ya teşekkürlerimizi bolca ettik ama yine es geçmeyelim. buraya gelinmesinde o'nun ve koçluğunu yaptığı milano'nun payı büyük. ama tabi ki aslan pay direksiyonu en zor dönemde devralan ve takıma müthiş bir kademe atlatan zan tabak'ın. bi önceki hafta maccabi maçında müthiş bir mücadele ile maç kazanılırken, mücadelenin sonlarına doğru paez "son tabak kırılana kadar" diyerek sloganımızı ortaya koydu. bu, üstad blogger paez'in 44 yıllık tarihinde yaptığı en güzel espri olarak kayıtlara geçer. biraz yaşlı-aksi adam paez ama olur öyle.

bir koç değişikliği bu kadar etki eder mi sorusu gelmişti twitter'da bi arkadaştan (bülent selam). vallahi ediyor. öncelikle lampe ile ivanovic'in arası pek iyi değildi yanılmıyorsam. basına da yansımıştı ve caja laboral forumlarında dolanırken romantik baskonia'lıların lampe'ye kızdıklarına şahit olmuştum. ben de biraz eşlik etmiştim ehheh. ancak sadece lampe'nin değil, bi çok oyuncunun tabak ile çıkış yaptığını görmek lazım. ivanovic de çok önemli koçtur, camiaya hizmetleri büyüktür ancak ayrılma vakti gelmişti. sonuç ortada. belki koç değişikliğini milano yapsa şu an top 16'da caja yerine onlar yollarına devam ediyor olacaklardı. pek dert etmiyorlar ama heralde ilginç bi camia, kolay gelsin onlara.

lampe sene başından beri iyi oynuyordu ama tabak ile beraber performansı iyice arttı. geçtiğimiz ay el'de ayın oyuncusu seçildi. takımın en önemli parçası konumunda. dikkatimi çeken zan tabak ilk çeyreklerde lampe'yi çok aktif kullanıyor. çok ciddi bi pg sıkıntısı vardı takımda, thomas heurtel'in ilk turun sonlarına doğru yaptığı çıkış büyük ilaç oldu. heurtel, 2011-2012 sezon öncesi marcelinho huertas takımdan ayrıldıktan sonra kadroya katılmış ama beklentileri hiç karşılayamamıştı. zaman zaman elemana güvenini dile getiren paez'in de hakkını verelim. pg pozisyonunda ilk gediği o kapatırken, ardından milano'nun elenmesiyle takıma katılan omar cook'la beraber iyi bir rotasyon oluştu orada. cabezas filan da var tabi de yük bu ikisinde. normalde omar cook'a özel antipati duyan, tarzını hiç sevmeyen biri olarak caja'ya katkısı biraz olsun sevimli gösteriyor kendisini bana bu aralar. kötü gittiği dönemde topu ne yapacağını bilemeyen, kaosun hakim olduğu caja laboral'e bir soğuk kanlılık ve akıl kattığı muhakkak.

tabak'ın gelişiyle milko bjelica bile katkı vermeye başladı. bu arada jamon gordon ve jamont gordon gibi pozisyonları aynı isimlerinde sadece 1 harf fark olan 2 adamın var olması gayet şaşırtıcıyken buna benzer 2. bi haber aldım. beşiktaş kadın basketbol takımı milka bjelica diye bir uzun transfer etmiş daha yeni :( kesin bilgim yok ama kardeş filan da değiller galiba milko ile. bu lüzumsuz bilgiyi de vermiş oldum böylece. blogu açarken kadın basketbolu hariç basketin her dalını yazmaya karar vermiştik ama kuralı ucundan deldim ehhe.

benim adam fernando san emeterio'yu kenarda getiriyor genellikle zan tabak. bi standardı var sayılır ama tabi hala istenilen kıvamda değil fse. bomboş üçlükleri sokamadığı çok oluyor. ama top 16'nın 2. maçında maccabi deplasmanında galibiyetle dönerken maçı kazandıran basketi attı eleman. geç de olsa bunu burada paylaşmazsam fse taraftarlığımın hakkını vermemiş olurum.


nemanja bjelica şu an izlemekten en çok keyf aldığım adam tabi caja'da. bi ara güzelleme yapmıştık tekrara gerek yok. brad oleson büyük enerji ve aynı zamanda da skor katkısı getiriyor. tibor pleiss beklenen çıkışı yapmaya başladı. sezon başı dar rotasyonda sıkıntı çeken caja'nın elinde bi anda güzel bi rotasyon oluşmuş durumda. nocioni biraz düşüşte o da toparlanırsa şahane olacak.

epey ara verince bi özet geçelim derken caja'yı beşiktaş maçı özeline girme işini sona bırakabildim anca. 25-2 başlayan bi acaip başlangıçla beşiktaşı darmadağın etti laboral. san antonio spurs vari şahane hücumlar izledik. maç da zaten ilk çeyrek bitti desek yeridir. haftaya ülker arena'da fenerbahçe ülker'le karşılaşacak kaha. 3'te 3 mağlubiyetle başlayan ve 90 üstü sayılar yemeyi alışkanlık haline getiren feneri yenerse final 8 kapısını epey aralayacak. görüntü de bunu gösteriyor. fb ülker'in evlere şenlik pota altını işleyecez inş.

diğer maçlardan bi iki bi şey söylemek gerekirse (aslında gerekmiyor);


real madrid-zalgiris hem nba'de hem avrupa'da bolca gereksiz maçı izlemek durumunda kalırken arada böyle maçlara denk gelmek mutlu ediyor. maçın başından sonuna kadar skor üretmek için deli gibi çaba sarfeden, bol penetre kullanan ama rudy-jaycee-sergio lull'un kötü üçlük performansı ile (2/15) bi türlü istediğini alamayan real madrid'e karşı pek polemiğe girmeden en fazla 2 pas ile üçlük çizgisinin ardından skor üreten zalgiris vardı. son 8 saniye skor eşit ve top zalgiris'teyken pozisyonu savunmak yerine ilginç bi şekilde faul yaptırıp son topu kendi kullanmayı tercih etti pablo laso. fark 2 iken son topta 3'lük için set çizmesi de ayrı ilginçti tabi. ancak sergio rodriguez üçlüğü gönderince kumarı tutmuş oldu laso'nun. gerçi 2 saniye kala son hücumda zalgiris de güzel bir şut buldu (marko popovic'ti zannediyorum) ama kaçtı. finali oldukça heyecanlı olan bir maç izledik. kavga filan da çıktı, bunlar güzel şeyler.

cska brose basket i mağlup ederken, cska adına maçın yıldızı khryapa idi. sakatlıklar sebebiyle (erceg-voronseviç) pozisyonunda tek isim olması sebebiyle üzerine büyük bir yük biniyor ama zaten çok zeki bi oyuncudur, ayrıca çok da büyük mücadelesi ile alkış aldı bu maçta. bamberg üçlük isabetlerle ayakta kalırken bunun baş mimarı oldukça iyi bir sezon geçiren boki nachbar'ın 35 sayılık performansını buraya not düşelim.

akılda bi şeyler daha var da ayrıntıya girmek lazım şimdi. diğer mevzulara pek dalmadan caja laboral odaklı bi yazı olması daha mantıklı olurdu heralde. neyse. şimdilik bu kadarla yetinelim. finali de gündemde de zan tabak varken trouble'ın yaklaşık 1 ay evvel söylediği bir sözle yapalım:

"bu zan tabak'ın olduğu fenerbahçe kadrosu > bilmem kaç milyon dolarlık f ülker :( ibo, milic, conrad, rauf"






10 Ocak 2013 Perşembe

...

eurocup hayallerimizi başka baharlara göndermeye hazır olalım. bugün sadece kazan'a değil kendimize, tekrardan donetsk'e ve 2013'e de yenildik.

öncelikle bir-iki ben demiştim saçmalığına girelim. grup 1. olup kolay grup kolay yola girmemiz gerek diyordum. spartak, gora ve sevilla'lı gruba düşmüş olsak şu performansla bile min. 5 galibiyet alırdık. bu da bizi grup lideri yapardı. ama şimdi tek bir mağlubiyetle elenmenin eşiğindeyiz. yan donetsk yan.

oyuna geçecek olursak da sezon başından bile daha kötü durumdayız. sene başı size avantajıyla uygulanacak setlerde belki de ligi bile süpürecek potansiyelimiz var demiştik. fakat gün geçtikçe bizim bu "kalınlık" avantajı bize dezavantaj olarak döndü. her pick sonrası bulunduğumuz noktadan daha geride hücum kurmaya çalışıyoruz. çünkü ne pr oynayabiliyoruz ne de pick'i delebiliyoruz. her hücumu 3 defa baştan oynadıktan sonra da jamont-ender ya da hawkins'in 1e1'leriyle zorlama şut kullanıyoruz.

top pota altına sadece dong'un sırtı dönük oyunu için iniyor. dudley'in orta mesafesinden ekmek yiyoruz ama bunları çeşitlendiremedikçe hep tıkanıyoruz. ikili oyun oynayamamak! işte burada bizi bitiriyor ve sıradan bir takım hüviyetine büründürüyor. jamont'un pivotların kucağında kaldığı veya hawkins'in el üstü gönderdiği şutlarla 3 kupa kazanmaya gidiyoruz hayallerde.

sene başı domercant hariç aynıydık ama yorumlar farklıydı diyenler olabilir. evet. mesela efes maçını baz alalım. tam 31 sayı bulmuşuz pr'lerden. bunu yaparken de guardımız jamont. ataman neyin mesajını vermek istiyor bilmiyorum ama dong ve furkan bitiremiyorsa bunları macvan-dudley'e dönemk bu kadar mı zor? pick and roll yerine yüksek post'an p&p oynarız. ya da ikili oyunları 4 numaradan oynarız. macvan'ın bunu yapabildiğini partizan ve sırbistan milli takımından biliyoruz. ama denemiyoruz bile.

gelelim maçta yaptığımız hatalara. maçın kader anlarında furkan parkede arroyo ise benchdeydi. bu maçı kaybetmekten bile daha büyük hata bana göre. furkan bu kadar bitikken ve parkede gerçek oyun kurucu yokken bu 5'e mantık bulamıyorum. arroyo ne için alındı?

lyday ve ilk yarı itibariyle kazan'ın şut istatistiği bu kadar kötüyken şu maçı elinde tutamamak gelecek adına büyük kayıp. içeriyi savunamadık ama bunu denedik. burada pek sıkıntı görmüyorum. özellikle vou'ya gerekli sıkıştırmaları yaptık ama onun üstünde daha fazla kalmalıydık sadece. ama işin hücum yönünde felaket derecede kötüydük maalesef.

son olarak bu takımın farkının ne olacağı konusunda bir tespit yapmıştık o da maç kazanma alışkanlığı olan ve bir şekilde sonuca giden bir takım olmasıydı. ama maç topunda eidson'dan fastbreak yemek yakışmadı. burada bile kötü hücum, kötü hücum, kötü hücum.

şimdi tekrar transfere gözlerimizi çevireceğiz herhalde. hoca içeriden uçanı-kaçanı yakalayıp potaya sokacak bir uzun arıyor ama transferden önce başka şeyleri düzeltmeye çalışmak gerekmiyor mu?